Nöbet Kaç Saat Sürer? Bir Yüreğin Zamanla Savaşındaki Hikâye
Herkese merhaba,
Bugün bir konuyu, belki de herkesin zaman zaman düşündüğü ama üzerine derinlemesine pek konuşmadığı bir konuyu paylaşmak istiyorum. Bir nöbetçinin kalbine, ruhuna, geceye dair bir şeyler… “Nöbet kaç saat sürer?” sorusu aslında sadece bir süre ölçümü değil, bir insanın direncinin, dayanıklılığının, sabrının ve belki de en çok duygularının sınandığı bir mücadeleyi temsil eder. Bunu, iki karakter üzerinden anlatmaya çalışacağım; biri çözüm odaklı ve stratejik, diğeri ise empatik ve ilişkisel bir yaklaşımı temsil eden iki insan…
Kahramanlarımız: İbrahim ve Melis
İbrahim, işinin ehli, zeki ve daima çözüm odaklı bir adamdı. Her şeyin bir çözümü olduğu, her sorunun bir formülü olduğu inancını taşırdı. O sabah, telefonunun ekranında gördüğü mesajla uyanmıştı; nöbet yazısı. “Bu geceyi sen tutacaksın.” Yine, bir nöbetti. Nöbetin kaç saat süreceği, ne kadar zorlu olacağı, önemli değildi; tek yaptığı şey, o zamanın içinde kendisini bulup her şeyin üstesinden gelmeye çalışmak oluyordu.
Melis ise İbrahim’in tam zıttıydı. Empatik, içgüdüsel olarak insanları anlamaya çalışan, onlarla bağ kurmayı seven biriydi. İnsanların kalbine dokunmak onun doğasında vardı. O da sabah uyandığında aynı mesajı almıştı; fakat Melis, nöbeti fiziksel değil, duygusal olarak hissederdi. Onun için saatlerin bir önemi yoktu, sadece o anın içinde insanlara nasıl dokunacağını ve onların duygusal yüklerini nasıl hafifleteceğini düşünürdü. İşe başlamak için gözlerini kapattığında, aklında yalnızca bir şey vardı: “İnsanların içindeki sessiz acıları ne kadar hissedebilirim?”
Zamanın Hızla Geçtiği O Gecede
İbrahim, nöbeti kendine dert etmeyip başına gelenin zaten bir parçası olduğunu düşünüyordu. Bir askeri gibi, savaşta kaybolmuş bir zaman diliminde, görevini yerine getirmeye odaklanmıştı. Birer birer saatler geçiyor, belli başlı işlemler birbirini izliyordu. İşte İbrahim bu noktada en iyi versiyonuydu: zamanla yarışan, işleri yoluna koyan ve herkesin ne yapması gerektiğini bilen adam. Ama bir an, nöbetin derinliklerine indikçe, bir eksiklik hissi doğmuştu. Saatler ilerledikçe, yalnızlık gittikçe daha derinleşiyor, nefes almak zorlaşıyordu. Kendini boşlukta kaybolmuş gibi hissetti, fakat çözümü de zaten biliyordu: Hızla ilerle, bir şeylere odaklan, kendini bir şekilde meşgul et.
Melis ise başka bir dünyadaydı. Zaman onun için bir anlam taşımıyordu, çünkü nöbetin gerçeği, duygularla, hislerle ve anın içinde kaybolan insanlarla ilgiliydi. Bir hastanın yanında geçirdiği dakikalar, sanki bir ömrü kapsıyordu. Zaman, insanların yaşamını değiştirebilecek kadar önemliydi. Her adım, her bakış, her kelime… Melis, bir insanın acısını anlamak için zamanın ne kadar geçtiğini hiç fark etmiyordu. Çünkü bazen insanların kaybolmuş bir şekilde gözlerinde aradıkları anlamı bulmak, her şeyden çok daha önemli oluyordu. O gece de böyle geçti: Melis, hastalarının yanına gidiyor, onlarla konuşuyor, onları anlıyordu. Bir geceyi geçirdiği her bir an, onu daha da insan yapıyordu.
Yavaşça Geçen Saatler, Hızla Geçen Kalp Atışları
İbrahim, gece boyunca yalnızca işler üzerinde düşündü. Bir şeyler çözülüyordu, ama bir şeyler eksikti. Yavaşça nöbetin sonuna yaklaşıyordu. O sabah aldığı mesajı, geceyi bitirip eve dönerken düşündü. “Bunun ne kadar sürdüğünün bir önemi var mıydı?” diye sordu kendine. Belki de sadece bir araya gelip çözebileceğimiz şeyleri düşünmek, bizi insan yapıyordu. Belki de zamanla değil, birbirimizle geçirdiğimiz anlarla ilgisi vardı her şeyin. Melis ise nöbetin sonuna yaklaşırken, gözlerinde bir huzur vardı. Çünkü onun için, bu gece sadece insanların içinde kaybolmuş duyguları dinlemekle geçmişti. Onların dünyasında bir yer bulmuştu, bu da her şeydi. Saatler sadece bir sayıydı; kalp atışları ise gerçekten önemliydi.
Sonuçta Nöbet, Gerçekten Kaç Saat Sürer?
Bu hikaye belki de hepimize bir şeyler öğretmiştir: Nöbetin süresi, fiziksel bir ölçümden çok daha fazlasıdır. Gerçekten önemli olan, o sürede geçen duygusal yolculuk ve o zaman diliminde kalbinizin ne kadar hızlı attığıdır. İbrahim ve Melis’in dünyaları farklıydı, fakat her ikisi de zamanın ve nöbetin özünü farklı bir şekilde yaşadılar.
İbrahim’in gözünde, nöbet ne kadar kısa sürerse o kadar iyiydi. Çünkü işler biter, hayat devam ederdi. Melis ise nöbetin duygusal ağırlığını taşırken, her bir saniyenin insanlara dokunabilmek için ne kadar kıymetli olduğunu fark etti.
Bence, nöbetin süresi aslında o anı nasıl geçirdiğimizle, birbirimizle nasıl bağ kurduğumuzla ve kendimizi nasıl hissettiğimizle ölçülür.
Sevgili forumdaşlar, sizler de bazen bu nöbetleri hissediyor musunuz? Saatlerin ne kadar sürdüğünü önemsemeyip, o anın içinde kaybolduğunuzda neler yaşadınız? Paylaşmak isterseniz, yorumlarınızı bekliyorum…
Herkese merhaba,
Bugün bir konuyu, belki de herkesin zaman zaman düşündüğü ama üzerine derinlemesine pek konuşmadığı bir konuyu paylaşmak istiyorum. Bir nöbetçinin kalbine, ruhuna, geceye dair bir şeyler… “Nöbet kaç saat sürer?” sorusu aslında sadece bir süre ölçümü değil, bir insanın direncinin, dayanıklılığının, sabrının ve belki de en çok duygularının sınandığı bir mücadeleyi temsil eder. Bunu, iki karakter üzerinden anlatmaya çalışacağım; biri çözüm odaklı ve stratejik, diğeri ise empatik ve ilişkisel bir yaklaşımı temsil eden iki insan…
Kahramanlarımız: İbrahim ve Melis
İbrahim, işinin ehli, zeki ve daima çözüm odaklı bir adamdı. Her şeyin bir çözümü olduğu, her sorunun bir formülü olduğu inancını taşırdı. O sabah, telefonunun ekranında gördüğü mesajla uyanmıştı; nöbet yazısı. “Bu geceyi sen tutacaksın.” Yine, bir nöbetti. Nöbetin kaç saat süreceği, ne kadar zorlu olacağı, önemli değildi; tek yaptığı şey, o zamanın içinde kendisini bulup her şeyin üstesinden gelmeye çalışmak oluyordu.
Melis ise İbrahim’in tam zıttıydı. Empatik, içgüdüsel olarak insanları anlamaya çalışan, onlarla bağ kurmayı seven biriydi. İnsanların kalbine dokunmak onun doğasında vardı. O da sabah uyandığında aynı mesajı almıştı; fakat Melis, nöbeti fiziksel değil, duygusal olarak hissederdi. Onun için saatlerin bir önemi yoktu, sadece o anın içinde insanlara nasıl dokunacağını ve onların duygusal yüklerini nasıl hafifleteceğini düşünürdü. İşe başlamak için gözlerini kapattığında, aklında yalnızca bir şey vardı: “İnsanların içindeki sessiz acıları ne kadar hissedebilirim?”
Zamanın Hızla Geçtiği O Gecede
İbrahim, nöbeti kendine dert etmeyip başına gelenin zaten bir parçası olduğunu düşünüyordu. Bir askeri gibi, savaşta kaybolmuş bir zaman diliminde, görevini yerine getirmeye odaklanmıştı. Birer birer saatler geçiyor, belli başlı işlemler birbirini izliyordu. İşte İbrahim bu noktada en iyi versiyonuydu: zamanla yarışan, işleri yoluna koyan ve herkesin ne yapması gerektiğini bilen adam. Ama bir an, nöbetin derinliklerine indikçe, bir eksiklik hissi doğmuştu. Saatler ilerledikçe, yalnızlık gittikçe daha derinleşiyor, nefes almak zorlaşıyordu. Kendini boşlukta kaybolmuş gibi hissetti, fakat çözümü de zaten biliyordu: Hızla ilerle, bir şeylere odaklan, kendini bir şekilde meşgul et.
Melis ise başka bir dünyadaydı. Zaman onun için bir anlam taşımıyordu, çünkü nöbetin gerçeği, duygularla, hislerle ve anın içinde kaybolan insanlarla ilgiliydi. Bir hastanın yanında geçirdiği dakikalar, sanki bir ömrü kapsıyordu. Zaman, insanların yaşamını değiştirebilecek kadar önemliydi. Her adım, her bakış, her kelime… Melis, bir insanın acısını anlamak için zamanın ne kadar geçtiğini hiç fark etmiyordu. Çünkü bazen insanların kaybolmuş bir şekilde gözlerinde aradıkları anlamı bulmak, her şeyden çok daha önemli oluyordu. O gece de böyle geçti: Melis, hastalarının yanına gidiyor, onlarla konuşuyor, onları anlıyordu. Bir geceyi geçirdiği her bir an, onu daha da insan yapıyordu.
Yavaşça Geçen Saatler, Hızla Geçen Kalp Atışları
İbrahim, gece boyunca yalnızca işler üzerinde düşündü. Bir şeyler çözülüyordu, ama bir şeyler eksikti. Yavaşça nöbetin sonuna yaklaşıyordu. O sabah aldığı mesajı, geceyi bitirip eve dönerken düşündü. “Bunun ne kadar sürdüğünün bir önemi var mıydı?” diye sordu kendine. Belki de sadece bir araya gelip çözebileceğimiz şeyleri düşünmek, bizi insan yapıyordu. Belki de zamanla değil, birbirimizle geçirdiğimiz anlarla ilgisi vardı her şeyin. Melis ise nöbetin sonuna yaklaşırken, gözlerinde bir huzur vardı. Çünkü onun için, bu gece sadece insanların içinde kaybolmuş duyguları dinlemekle geçmişti. Onların dünyasında bir yer bulmuştu, bu da her şeydi. Saatler sadece bir sayıydı; kalp atışları ise gerçekten önemliydi.
Sonuçta Nöbet, Gerçekten Kaç Saat Sürer?
Bu hikaye belki de hepimize bir şeyler öğretmiştir: Nöbetin süresi, fiziksel bir ölçümden çok daha fazlasıdır. Gerçekten önemli olan, o sürede geçen duygusal yolculuk ve o zaman diliminde kalbinizin ne kadar hızlı attığıdır. İbrahim ve Melis’in dünyaları farklıydı, fakat her ikisi de zamanın ve nöbetin özünü farklı bir şekilde yaşadılar.
İbrahim’in gözünde, nöbet ne kadar kısa sürerse o kadar iyiydi. Çünkü işler biter, hayat devam ederdi. Melis ise nöbetin duygusal ağırlığını taşırken, her bir saniyenin insanlara dokunabilmek için ne kadar kıymetli olduğunu fark etti.
Bence, nöbetin süresi aslında o anı nasıl geçirdiğimizle, birbirimizle nasıl bağ kurduğumuzla ve kendimizi nasıl hissettiğimizle ölçülür.
Sevgili forumdaşlar, sizler de bazen bu nöbetleri hissediyor musunuz? Saatlerin ne kadar sürdüğünü önemsemeyip, o anın içinde kaybolduğunuzda neler yaşadınız? Paylaşmak isterseniz, yorumlarınızı bekliyorum…